Hikaye10

 

Hikmet, belediyeye ait ekmek fabrikasında çalışan bir isçiydi. İşine çok dikkat eder, vazifesini ihmal etmemeye çalışır, kazancının helal olmasını isterdi. Fabrikayı hemen her aksam en geç o terk ederdi. Belediyenin ekmeği biraz daha ucuz olduğu için halk çok bu ekmeğe çok rağbet ediyordu. Kocaman fırının içini ara sıra temizlemek gerekir, onu da genellikle Hikmet yapardı.
            Ramazan bayramının son günüydü. Ertesi gün ekmek çıkarılacaktı. Hikmet, temizlik yapmak için fabrikaya gitti. İçeriye girip dış kapıyı kapattı. Işıkları yaktı ve fırının kapağını açıp içerisine girdi. Gerekli temizliği yaptıktan sonra evine gidecekti.Sabaha karşı dörde doğru gelen isçiler de, gelir gelmez elektrikle çalışan fırının düğmelerini açacak, onlar hamuru yoğurup ekmekleri hazır edene kadar da fırın güzelce ısınmış olacaktı.
            Hikmet temizliğe dalıp gitmişti. Bir taraftan da kendi yakıştırdığı şeyleri mırıldanıyordu. Tam o saatlerde fırının genç ustalarından olan Cengiz fabrikaya geldi. Kirlenmiş olan beyaz önlüğünü almak için uğramıştı.O aksam yıkattırıp, ertesi gün temiz temiz giymeyi düşünüyordu. Dış kapıyı açtığında şaşırdı. "Hayret, içerdeki elektrikler açık unutulmuş" diye mırıldandı. Gidip önlüğünü aldı. Fırının önünden geçerken açık duran fırın kapağını eliyle söyle bir itekledi. Çıkarken ışıkları söndürmeyi de ihmal etmedi.Elektriklerin sönmesiyle Hikmet hemen fırının kapağına koştu. Fakat heyhat, kapak üzerine kilitlenmişti. Var gücüyle bağırmaya başladı. Fırının kapağını yumrukladı. Çırpınması fayda vermiyor, sesini kimseye duyurması mümkün olmuyordu. Tüyleri diken diken oldu. Dehşete kapılmıştı. Uzun müddet kendisine gelemedi. Birazcık sakinleşince saatine baktı. Saat 23.05'i gösteriyordu. Yaklaşık beş saati kalmıştı. Bir anda ölümle burun buruna gelmişti. Önce terlediğini hissedecek, sonra bunalacak, sıcaklık yavaş yavaş sürekli artacak, artacak, artacak; vücudundaki yağlar erimeye başlayacak, etler kızaracak ve daha bütün bunlar olmaya başlamadan belki de o kalpten gidecekti. Belki de çıldıracaktı. Çılgın çılgın gülecekti...
            Ah, o en güzeliydi. Bir delirebilseydi, düşüncenin kezzap gibi yakıcılığından kurtulacaktı. Fırından yeni çıkan ekmekleri eline alınca parmaklarında duyduğu yanık acısı aklına geldi. Sadece o kadarı... Yanığın ilk safhası bile değildi ama hemen elinden bırakırdı. Şimdi ekmekler gibi kendisi pişecekti. Bir kaç gün önceydi. İşçiler acıkmışlar, küçük tüpün üstünde yemek pişirmişlerdi. Bir aralık tüpün kızgın demirine değmişti eli... Hemen nasıl da kabarmış, su toplamış, sızladıkça sızlamıştı. Sadece iki parmağın acısına dayanamamış, soğuk suyun içinde tutmuştu. Ya şimdi?..
            Yanan iki parmak ucu değil, bütün vücudu olacaktı. Gözlerinin önünde filmlerde yanan adamlar canlandı. Kendi hali daha da zordu. Bir anda yanmak değildi ki bu... Adım adım, hissede hissede,terleye terleye..İçerisinin ısındığını hissetti. Kapıyı kapatan her kimse fırını da yakmış mıydı yoksa?..Bu hararet böyle sürekli niçin artıyordu?.. Aman Allah’ım! Beklenen an çabuk gelmişti. Saatine baktı. Saat gecenin 1.00'i olmuştu. Nasıl geçmişti iki saat? Zaman su gibi akmıştı. Bir ömür gibi... Ömürleri yanmak vaktini meyve veren insanlar gibi.. Elleriyle duvarlara, demirlere dokundu.Yok canım... Korkusundan fırının yanmaya başladığını zannetmişti. Demirler soğuktu işte,biraz sakinleşti.Evini düşündü. Hanımı, oğlu merak ediyor  olmalıydı. Hanımını niçin azarlamıştı sanki çıkarken?Hayat arkadaşına karşı daha nazik, daha hürmetli olmalı değil miydi? Ya çocuğunu...Keşke dövmemiş olsaydı onu... Onlardan da mesul olduğu için onların hesabini da verecekti Allah'a...Keşke hanımının dediğini yapsaydı.Hanımı ona: "Haydi, birlikte namaza başlayalım…" demişti. Hikmet ise: "Biraz daha yaşlanalım" diye cevap vermişti. Sanki sonrasında bütün bir ömrün hesabini vermeyecek, sadece ihtiyarlığın hesabini verecekti. Niçin sanki fırına  gelirken camiye girmemişti? Müezzin gönlünün derinliklerinden geldiği belli olan sesiyle yatsı namazına davet etmiş, Allah’ın büyüklüğünü, kurtuluşun o'nun yolunda olduğunu haykırmıştı. Hiç değil ise ölmeden evvel son vakit namazını kılmış olacaktı. Belki Rabbi o son vakit hürmetine affeder, diğerlerinin hesabini sormazdı. "Ah ahmak kafam" diye inledi. Halbuki beş vakit namaz kılan bir insanin hali ne güzeldi. Kıldığı bir vakit muhakkak onun son eda ettiği vakit olacaktı ve Rabbinin huzuruna secdesiz bir alınla çıkmayacaktı.Öyle olmayı ne kadar isterdi.Ya oğlu... Yedi yaşına girmişti. Bir baba olarak onun üstüne başına, yiyip içtiğine dikkat ettiği kadar, kalbine niçin dikkat etmemişti? Daha o yasta her tip pisliğin televizyon ekranlarından üstüne sıçramasına nasıl da razı olmuştu? Çocuğuna Allah’ını,peygamberini niçin sevdirmemişti?Akli çocukluğuna gitti... Gençliğine uğradı, tek tek dolaştı o günleri... O günlerden elinde sadece pişmanlık veren, utandıran günahlar kalmıştı. En ince teferruatına kadar bütün günahları aklına geldi. Demek bütün bu tespit edilen şeylerin hesabini verecekti. Aklına bir fikir geldi, 'fırının içinde teyemmüm edip namaz kılmak.' Toprak yoktu ki... Ellerini fırının içinde yere vurarak teyemmüm aldı. Namaza durdu. Her şeyin bitip  tükendiği noktada başka kime dayanabilirdi ki?Aslında her namazda öyle hissetmeliydi. Kendisini hayatında ilk defa Rabbi ile konuşuyor gibi hissetti  . Alemlerin Rabbi'ne hamt etmeyi,O'na dayanmayı, O'ndan yardim dilemeyi, dosdoğru  olmayı ilk defa böylesine anlıyordu.Bütün benliğiyle secde etti. "Eksiksiz,yüce, merhametli Sensin…" acizliğini iliklerine kadar duyarak...Rabbinden gelmişti ve O'na dönüyordu. Ah, dönüşün ona olduğunu   hiç unutmamış olsaydı. Yoruldukça oturup tövbe etti. Estağfirullah çekti. Nasıl da daracık yerde sıkışıp kalmıştı.Fırında olduğunu hatırladıkça vücudunu ateşler basıyordu.Cengiz ise evine gidip yatmıştı. Gece bir aralık yataktan sıçrayarak  uyandı. Saatine baktı. Saat 3.15'ti. Bir rüya görmüştü.Arkadaşı Hikmet fırının içinde alev alev yanıyor, "Cengiz!..Cengiz!.."diye bas bas bağırıyordu.Nasıl  bir rüyaydı bu böyle...Birden aklına geldi. “Olamaz!..Fırının kapağını Hikmet'in üzerine mi kapatmıştı  yoksa? Hemen üzerini giyip sokağa fırladı. Hiç durmadan koştu. Gece işçileri henüz gelmemişlerdi. Kapıyı açtı, ışıkları yaktı.Hemen fırının kapağını açıp içeriye seslendi:"Hikmet!" İçerden hiç ses gelmiyordu. Bir kaç defa daha bağırdı.Hikmet, ağlaya ağlaya namaz kılıyordu. Öyle dalmıştı ki  isminin söylendiğini duyunca irkildi. Olamazdı, yanlış duyuyor, hayal görüyordu. Fakat, yine duydu. Birisi 'Hikmet' diyordu. Hem fırının ışığı da yanmıştı. Selam verdikten sonra kapıya doğru yürüdü. Karşısında Cengiz 'i gördü. Fırından çıktı. Cengiz, bir anda hortlak görmüşçesine irkildi. Korkuyla:"Kimsin  sen?" dedi. Hikmet' in Cengiz 'e sarılmak için uzanan kolları boş kalmıştı. Hikmet hala ağlıyordu. "Ne demek sen kimsin? Hikmet' im işte.. görmüyor musun? Dün aksam temizlemek için girmiştim. Birisi üzerime fırının kapağını kapattı" dedi. -"Olamaz!...." diyordu Cengiz. "Sen Hikmet değilsin." Hikmet ilk önceleri Cengiz' in bu hareketine bir anlam veremedi. Nasıl olur  böyle söyler, nasıl olur da çalışma arkadaşını tanıyamazdı? Birden aklında bir şimşek çaktı. Hemen aynaya doğru koşup kendine baktı. Hayır!...Bu yüz, bu saçlar kendisinin olamazdı. Kırışmış ellerini, solmuş yüzüne, bembeyaz  olmuş saçlarına götürdü. Bir gecede ihtiyarlamıştı. Hıçkırıklarla  sarsılıyordu. Bir daha aynaya bakamadı. Kendisinden kendisi korkmuştu. Yanmanın ne demek olduğunu bilseler kim bilir bir gece de ne kadar insan ihtiyarlayacaktı.Yarın denilecek kadar kısa bir süre sonra yanmak ihtimali bu kadar hafife alınabilir miydi? Başı ellerinin arasında kala kaldı. Ahirette sonsuz yanmamak için, iman etmek ve günahlardan kaçmak  gerekiyordu...
 
 
Toplam 130044 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol